Bakma sen, öyle kaşlarımın çatık saçlarımın ise yüksek voltajla yıkanmış haline.Ki bir ısırgan otu sülalesi içimin en işlek çay ocağında demlenip durur.Ve süzgeçlere takılır,kırık dökük bir takım hüzün parçacıkları.
Ve gönlüm geçim sıkıntısında.Silsilemi okuma kitabı yapıyor ay sonu hesapları. Olaysa o geceden yola çıkıyordu rivayet mişli yarınlara. Düşünüyorum , düşsel bir avuntu yokluğunun kalıtsal mı sen'sel mi olduğunu.Düşüm,üşüyorum,yoksulum, -um.Zengin bir avuntu arıyorum, düş'ü doyurmak için , bilen yok yerini.Saatlere küskünüm artık. Akreple yelkovan işi pişirmişler , hatta dün 12'nin üzerinde ayıp şeyler yapıyorlardı. İnsanlara umurlarının duraklarını kapatmışlar.Ben de, bir kum saatiyle çimento ve demir olmadan hayaller üretmenin hesabını yapıyorum.Laf ise biraz yorgun , fena halde argın.Sana gelme uğraşıyla uğurlaşıyordu en son gördüğümde.Şimdi ise nerelerde bilmiyorum.
İşte tam aklıma geldi diyecektim ki elektrikler kesildi o an.Tabi ki sen , bunu bu sayfada göremeyeceksin.Geri kalan yerleri senin için boş bırakıyorum , hani belki gelirsin.
Psikolojik deneyler yapıyorum sabrının kaynama noktasını bulmak için.Ne farkım kalıyor Pavlov'dan ve kusura bakma senin de o itten ?Bilmek , labirent oluyor , işkence oluyor ömrüme. İşkence ise , anadili olmayan bir ırktı sadece.Bir file bile ‘ben zürafayım' dedirten sorgulamalar yaşadım bilinçaltımın tropikal hayvanat bahçesinde.
Ve bir sorgu odası olmaya başladı ömrüm.Bir kendi'nin diğer kendilerinin peşinden koşturması oluyordu uğraşım.Bunak bir yalnızlık benimkisi , yalnızlığım adını bilmiyor , sanından ise haberi yok.Esmerim desem rengim beni yalanlıyor , sarışınım desem hafızam.Hangi aynaya baksam gözümün önünde ayna kırılıyor .
Soluğumuz ihanet kokuyor.Yalan , dolanla kol dolaylarında gezinti yapıyor ve ifritler sarıyor her yanımı.Gerçekten üryan şeyler aradığını düşündüm birden. Beynimin harcıydı ve tam benlik bir inşaattı , lakin ruhsatım yoktu kendi yapımı yapmaya.
İhanet ederim kendime biliyorum.Şaşırtmaya alışık değilim ben kendimi.Ama gözlerini öyle bir korkuturum ki kendimin...İhanet edersin biliyorum , insanoğlusun ! Bir ihanete kabarabilirdi için ve ben göze alamazdım bunu.Sen ,düştü düşecek bir hizada, göz pınarlarımın deltasında öylece duruyorsun.O ovanın suyunu sıksan, bir kuyu oluyordu gönlüme.Dibine inmeye başlıyordum sonra kuyunun ve fena halde korkuyordum.
Haklıydın,tek başımızaydık.
Benzer kalabalıklar yaratarak içimizde, yine kendimize ilerlerken, tek başımızaydık.Öcülü böcülü oyunlar oynuyorduk aslında kendimizce.Bir paranoyadan başka ne ki bütün korkularım? Hem içimde kendimi öldürüyorum başka nedir ki suçum ?
İçim yolgeçen hanı , düşüncelerse elini kolunu bir tuhaf sallıyor.Geçerken acılarıma çarpıyorlar.
Miyop bir aşktan kim isteye- bilir ki gözlük takmasını? Gözünün dibi uzaklıklarda bile bunu yapmak geçiyordu içimden.Kime,neye ve dahası niye...Sonra , tüm dolaylı tümleçler, ilgeçler ve dilbilgisinin derinliklerinde saklı soru olma uğraşıyla meşgul nesneler silme geçti aklımı.Bağlaçlar görevini kötüye kullanan bir çöpçatandılar.
Kelimeler yerine seni , o geceyi , Cennet pansiyonu ve en çok da prensesi bağlamıştı aklıma teğet şeylerle.Tabi senden haber yoktu o sıralar.Sonra bir telefon kartının son kenarına benim için -belki güç bela - ayrılmış zavallı ve kırışık bir 6 kontörle buruşuk bir üstünün körü yolculuğuna çıkıldı.Gözlerimi kapasam , belki de kan sızacaktı kenarlarından.
İçimin yalnız kenti, karartma geceler yaşıyordu bir temmuz akşamında.Ve ortalarda görünmüyordu ne Akdeniz ne de ege.Şarkılar ise hepten yalancı.Bir ibo hüznü salıyordu notaların üzerine.Soframda kapkara bir deniz salatası, sahilsiz bir pilaki ve ithalat limanlı haydariler vardı.Konteynırlar dolusu aşk ithal ediyordum hayal ürünü kadınlardan.O aşkların son kullanma tarihi yaralamıyordu kimseyi. İstediğim kadar geviş getiriyordum anılarla.
Herkesin kendi ütopyasını yaşadığı zamanlardı.İlkokul çocukları bile ‘ben büyüyünce adam olucam' ile yaşıyordu kendi ütopyalarını.Biz ise farklı kentlerin çocuklarıydık.Ben bir tayin'in koluna girsem , sen bir atama'nın elini tutuyorsun.İnsanın sürgün bile olası geliyordu aynı kenti paylaşmak için. Yalandı söylenenler, Bir apart ne kadar ev olabilirse biz de kentliydik o kadar. Hem hangi ülkenin hangi kentine sığabilirdik ki ?
İmgeleri kırık dökük , kendisi çürük çarık bir şiirdi. Söylemeye kalksan ağız dolusu küfür , eline alsan kırılıp dökülürdü.Ne biçim bir şeydi o , ne işe yarardı ? Bir şiir ki imgeleri kırık dökük , kendisi çürük çarıktı.Aynı beden sorulara teyel atıyordu kadınlar o vakit.Adlarının kaç biçimde söylendiği ve nelere benzetildikleriydi önemli olan.Ve sen :
Taze yaralar gibisin.Gibilerle biten benzetmeli sözcüklerin en kanlı canlısı.Ve sana dokunup kaçmak gerekiyordu , bir sobeleme oynarcasına.Kadın yaralarını kapatan bir yara bandı yoktu çünkü.Geciken bir ilkyardım ekibisin sen.Kaza deyince aklımın en umulmaz yerine düşüverdi : Ne vakit bir kaza olsa, bir ilkyardım faciası yaşanıyordu bizim oralarda. Sözcüklerin harfleri kırılıyor , cümle kan revan içinde ve paragraf , daha olay yerinde sizlere uzun ömürler diliyor. Kimsecikler umursamıyor.
( Bu arada sonraki sayfayı yırtıp attım geçen gün.Ve bir daha yazmamak için onları, unuttum gitti anasını satayım unuttum ! )
Telgrafın tellerini kurşunlatanı arayan bir kabzımaldı yüreğim.Kuluçkalık aşklar üreten tek yumurta rüyalar gördüm kaç gece.Tembel bir hayrı yormak benim ne haddime.Ve prenses'i gördüm o rüyada. Bir yalan şakağından vuruyordu onu, ortalık düş içinde.Ve yanımda olmasını isteyeceğim son kişi sendin o rüyada.
Yer yurdu olanlardan mıydın sen yoksa kendini , kendi içsel no-frostunda barındıran taze sılalara sarılmış bir hayal mi ? Senin semtine hangi otobüsle ve ne kadar zamanda gelinir bilmiyorum. Belki de o yüzden karıştırıyorum sen'i ben'le.
Bir soruyla kuş filosu vurmak niyetindeydi ve tek bir cevabın izini bin bir soruyla sürüyordu herkes.Ama sen , beynimin harcından haraç istercesine ne baraj ne de 9,15 gerektiren bir soru sordun :Nasıl bir kızım ? Sorunun yanıtından yoktu bizim dükkanda, ama sipariş ettik , söz gelecek derken ...
Harita gerektirmeyen ve bin bir dereyi su nakliyesiyle yormayan bir cevap sana : Hoş kızsın valla.Saç şekillerinin hafıza kaybı mı insanı çeken yoksa sisli bir İzmir sabahına benzeyen gözlerin mi bilinmez.Bilmem kaçıncısı yapılan dünya yürek oyunlarında akşamüstleri, deniz ve yakamoz dallarında kaç tane birinciliği vardır yüzünün.
Turfanda güzellerdensin biraz.Ben ise içi geçmiş bir karpuzun , buruşkan kabuklarıydım.İyice koflaşmış yılların içinde malum çekirdek tadı veriyordun biraz da.Beyni azıcık da olsa çalışan ve kanatsız uçuş mucizesi yaşamak isteyecek her erkeğin hoşuna gidebilecek bir kızsın sen.
Ya da
Beyinlere iyi gelse de yürekleri talan edebilecek bir kızsın.O yüzden ki yüzüne, ıslak bir akşamüstünü , bitmez yakamoz yangınını , martıları ve gece vapurlarını yakıştırıyorum.Denize kıyısı olan her kenti yakıştırıyorum sana.Yağmurda sırılsıklam olan ‘kör olasıca' bir çocukluk ne kadar yakışırdı sana kim bilir.
Her insanın bir yeri olmalı başka hayatlarda.Alışıldığı, eksikliğiyle yaşanılmadığı. Yapılması bir ‘ha' demenin sözüne bakan her şeyi paylaşabileceği birileri olmalı. Doğmamış yaramazlıklarla sezaryensi oyunlar oynayacak , muhabbetin karnında gazlı bez unutup sözcükleri sakat bırakmayacak birileri ...
Evet birileri olmalı ama, adam gibi ve yürekli.
Benden de sana bir uyarı :Ben şairim bilirsin.Gözümle gördüğümü değil içimin söylediğini yazarım.İçim ise öyle kocaman yapar ki birini , sen bile gerçek sanırsın. Artık orada yazan sadece ben'dir.
Hem kim yorar kalemini küçük bir insan için?
Bitti işte .
Bir soruyla başlayıp bir sözle biten bu kandil tadındaki tostoparlak duygu , kırılıp dökülüp bu kadarcık mısra olabilirdi , bitti.
Filleri bilirsin.O kaçınılmaz an geldiğinde , nasıl da kaçırırlar o iri cüsselerini korkunun krallığından.Ben de başımı alıp öylece gidiyorum. Soran olursa eğer, çokoprens almaya gitti dersin ,olur mu ?